30 Ağustos 2013 Cuma

ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM...!


Portre
Cercis Aleyhisselam  
 Öldükçe dirildikçe neden duymadı bir his?
Ol namlı nebi, şanlı şehid Hazret-i Cercis.
                                                  Hasan Feyzi

Cenab-ı Hakka hizmet konusunda, meşakkatlere katlanmada her zaman peygamberler daha önde olmuşlardır. Her türlü günahtan münezzeh, Allah'ın en sevgili kulları olup, "İsmet" sıfatını taşıyan peygamberlerin muhtelif işkence ve saldırılara maruz kalıp sabır göstermeleri, gazabı değil de her zaman rahmeti dilemeleri çok büyük hikmetleri ihtiva etmektedir. İnsanlara rahmet olarak gönderilen peygamberler, saldırı ve işkencelere maruz kaldıklarında sırf masumlar zarar görmesin diye sabretmişler ve kendilerine tabi olabilecek temiz ruhlular için duacı olmuşlardır. Masumiyetlerine binaen kaderi İlahi ulvi makamlara layık olduklarını adeta tescil etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, müsbet hareketi anlatırken ve müsbet hareket etmekle mükellefiz dedikten sonra, Cercis (as)'ı örnek göstermesi çok dikkat çekicidir. Cercis Aleyhisselam'ın maruz kaldığı işkenceler, insanoğlunun takatının üstünde olmasına rağmen Cenab-ı Hakkın inayetiyle mahfuz kalmışken, bu kadar işkencenin yapılmasına kader-i İlahinin müsaade etmesi, bir taraftan hizmetin kutsiyetini diğer taraftan da teklif vazifesinin mükemmel bir şekilde ifa edildiğini göstermektedir. Cercis Aleyhisselam, bütün menfiliklere rağmen telaş etmemiş, perde arkasındaki neticeleri, rahmet ve inayetin tecellisini, kader ve kısmetin adaletle hükmettiğini, kulların şefkatle terbiye edildiğini bilerek ve düşünerek hareket etmiştir.
Cercis Aleyhisselam'ın Şam civarlarında ve Filistin'de yaşadığı ve Hz. İsa'dan sonra geldiği için, O'nun dininin hükümlerini devam ettirdiği rivayet edilmiştir. Vazifesini ifa ederken birçok kişi ona tabi olmuştur. Hıristiyanlar tarafından St. Georges ismiyle anılan Hz. Cercis'in Filistin'in Remle kasabasında doğduğu ifade edilmektedir. Gerek Taberi tarihinde, gerekse kilise kaynaklarında, İsa Aleyhisselam'dan sonra geldiği kaydedilmektedir.
Cercis Aleyhisselam'ın yaşadığı bölge, putperestlerin elinde olup Dadıyan adında zalim bir hükümdarları vardı. Cercis Aleyhisselam, şehirleri dolaşarak ticaretle meşgul oluyor ve kazancının bütününü fakirlere dağıtıyordu. İdarecileri ikaz ederek halka zulmetmelerini önlemeye çalışırdı. Yine bir defasında, kralı hidayete davet ederek, zulümden vazgeçirmek maksadıyla Musul'a gider. Yanına da değerli hediyeler alır. Kral, büyük bir ateş yakıp halkı etrafına toplamış, kendilerinin yaptığı eflun adlı puta tapmalarını istiyordu. Kral bu isteğini yerine getirmeyenleri ateşe atıyordu. İşte bu sırada Cercis Aleyhisselam gelir. Bu feci durumu görünce, önce bütün malını müminlere dağıttı ve daha sonra da krala giderek; hiddet ve kızgınlığı bırakmasını, zulmü terk etmesini, kendisinin emin bir nasihatçi olduğunu, kendisine inanmasını söyler. Hem kendisinin, hem de zulmettiği insanların Allah'ın kulu olduklarını, yoktan var etmenin sadece Allah'a mahsus olduğunu, kendisi dahil tüm insanların Allah'ın aciz kulları olduklarını, secde ve ibadetin sadece Allah'a yapılabileceğini, rızkı verenin Allah olduğunu tebliğ eder. İnsanları puta tapmaya zorlamaktan vazgeçmesini, onu kırmasını, Allah'a iman etmesini ister.
Hazreti Cercis'ın daveti kabul edilmediği gibi, puta tapması istenir, reddedince de uzun sürecek olan işkencelere maruz kalır. Kral, Cercis Aleyhisselam'ı bir ağaca bağlatarak mübarek vücudunu demir taraklarla taratır. Demir taraklarla tarandıkça etleri lime lime olur. Etleri iplik iplik döküldüğü halde ölmeyen Hz. Cercis'in üzerine keskin sirke ve tuz döktürür. Büyük bir demiri önce ateşte iyice kızartıp başının üzerine koyarlar. Cenab-ı Hak, Onu tekrar eski haline getirir. Bu durum karşısında kral ve adamları ne yapacaklarını şaşırırlar ve yeni çareler ararlar.
Büyük bir kazan kurdurup altında ateş yaktıktan sonra, Cercis Aleyhisselam'ı içine atıp kapağını kapatırlar. Kazanın kapağı uzun bir süre kapalı tutulduktan sonra, ölmüş olduğuna hükmedilerek kapağı açtıklarında hayrete düşerler. Çünkü, yine Ona bir şey olmamıştır. Krallığını kaybetmekten korkmaya başlayan hükümdar, Cercis Aleyhisselam'ın zindana hapsedilmesini emreder.
Zindana hapsedilen Cercis Aleyhisselam, zindanda da rahat bırakılmaz. Başkalarıyla görüşüp onları hidayete davet etmesin diye el ve ayakları çivilendiği gibi, büyük bir mermer taşı da üzerine yaslarlar. Ancak, Cenab-ı Hak bir melek göndererek kurtarır ve kendisine yapılan işkencelere sabrederek vazifesine devam etmesini emreder. Kafirler tarafından dört kez şehid edileceği, her seferinde tekrar diriltilerek yüksek mertebelere nail olacağı kendisine vahyedilir. Bu durum kendisini ziyadesiyle sevindirir.
O'nu tekrar karşılarınca görünce, yakalatıp ikiye ayrıştırılan bir ağacın arasına koyup sıkıca bağlandıkları gibi vücudundan et kopararak insan eti yiyen aslanların önüne atarlar. Cercis Aleyhisselam tekrar kral ve adamlarının karşısına çıkar. Bu adam Cercis'e (Aleyhisselam) ne kadar çok benziyor demeye başladılar. Düştükleri acziyetten kurtulamayan kralın adamları, bu adam çok iyi bir sihirbazdır, kendini bir ölü bir diri gösteriyor,dediler. Sihirbaz olduğu için de karşısına iyi bir sihirbaz çıkarmaya karar verirler. Zaten kendi ülkelerinde çok sayıda sihirbaz da mevcuttu.
Sihirbazların üstadını bularak kralın karşısına çıkarırlar. Sihirbaz bir kap içindeki suya çeşitli sihirler yapıp üstüne okuduktan sonra Cercis Aleyhisselam'a içirmelerini ister. Cercis Aleyhisselam getirilen suya hiç itiraz etmeden "Bismillahirrahmanirrahim" deyip içer. Durumu gören sihirbaz, bu ancak Allah'ın işi olabilir, yoksa kesinlikle ölürdü, deyip iman eder. Kral, hiddetlenerek sihirbaza "ne çabuk da aldandın" diyerek tepki gösterir. Sihirbaz ise, aldanmadığını, her şeye kudreti yeten alemlerin Rabbi olan Allah'a iman ettiğini söyler.

Sihirbazın iman ettiğini kimseye söylememesi ve halkın iman etmesini önlemek için dilini keserler. Ancak, olay halk arasında yayıldığı gibi bir çok kişi de iman eder. Zalim kral, bütün müminleri toplatıp hepsini şehid ettikten sonra Cercis Aleyhisselam'ı da şehid ettirir. Daha sonra bu kavim ateşle helak edilir.

DEMOKRAT MİSYONUN LİDERİ

Adnan Menderes (1899-1961)
Cumhuriyet tarihinin mümtaz başbakanlarından olmasına rağmen, öldükten sonra kıymeti anlaşılan şahsiyetler arasında yerini aldı. Yaptıklarından dolayı değil, yapmadıklarından sorumlu tutularak, haksız yere idam edildi. İdamına ihtilâlciler karar vermiş ve onu makamından ettikleri günü resmî bayram ilân etmişken, yine bir ihtilâlci grup tarafından itibarının iade edilmesi ve söz konusu bayrama son verilmesi kaderin garip bir cilvesi olarak tecelli etmiştir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, kendisinden “İslâm kahramanı” olarak söz etmiştir.
Türk siyaset ve devlet adamı olan Menderes, 1899 yılında Aydın’da doğdu. İzmir’de İttihat ve Terakki Okulu ile Kızılçullu Amerikan Kolejini bitirdi. I. Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askere alındı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, Ay-yıldız direniş grubunun kurucuları arasında yer aldı. Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın Aydın’da örgütlenmesi ve il başkanlığını üstlendi (1930). Bu partinin kapatılması üzerine CHP’ye geçerek, 1931 seçimlerinde Aydın milletvekili oldu. Milletvekilliği sırasında eğitimini de sürdürerek Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Toprak reformu çerçevesinde toprak mülkiyetine sınırlama getirilmesi çalışmaları üzeri partisiyle ters düştü.
Celal Bayar, Fuad Köprülü, Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Partiyi kurdu. 21 Temmuzda yenilenen seçimlerde Kütahya milletvekili seçildi (1946). Halka yönelik faaliyetleri, etkili konuşmaları ve demokrasiyi tabana yayma çalışmalarının neticesinde partisi, 14 Mayıs 1950 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazanarak iktidarı CHP’den devraldı. Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, parti başkanı ve başbakan oldu (Mayıs 1950). Daha sonra yapılan 1954 ve 1957 seçimlerini de kazanarak iktidarını devam ettirdi. Ancak, vatandaşın oyuyla oturduğu koltuktan 27 Mayıs 1960 ihtilâliyle indirildi ve İmralı Adası’na hapsedildi. Tutukluluğu süresince gayrî insanî muamele görüp, adil olmayan bir muhakemenin neticesinde idam cezasına çarptırıldı ve cezası infaz edildi (Eylül 1961).1
Yıllar süren tartışmalar sonucunda, bizzat ihtilâlciler tarafından dahi savunulamayacak şekilde mağduriyeti tarih önünde aşikâr olan Menderes’in itibarı iade edilerek, yapılan devlet töreniyle naaşı Topkapı’da yaptırılan anıtmezara nakledildi.
Menderes ve Ezan-ı Muhammedî
Demokrat Partinin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldikten sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, on sekiz yıldan beri inananları rahatsız eden ezanın Arapça aslıyla okunması yasağının kaldırılması olmuştur.
Seçimden 20 gün sonra yayınlanan demecinde Menderes; herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini yerine getirebilmesini, vicdan hürriyetinin gereği ve laikliğin esası olarak ifade etmiştir. Bu yüzden ezanın asliyetiyle okunması yasağının devamı laikliğin gereği değil aksine, bunun ihlâli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, bu yasak devam ederken cami içinde bütün ibadet ve duâların Arapça olarak yapıldığını ifade ederek, bir bakıma yasağın mantıksızlığına dikkat çekmiştir.2
Menderes Hükümetinin bir ayı dahi dolmadan meclise kanun teklifi vererek yasağın kalkmasını sağlaması ve Ramazan ayının başına tevafuk eden serbestiyetin sağlanması, halk nezdinde büyük bir memnuniyete vesile olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri, Ezan-ı Muhammedi’nin (a.s.m.) neşriyle Demokratların on kat güçlendiğini beyan etmiştir.3
Adnan Menderes ve Bediüzzaman Said Nursî
Bediüzzaman Said Nursî, çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle fikren alâkadar olup Demokratları destekledi.
Menderes’i açık bir şekilde destekleyerek talebelerini de bu doğrultuda yönlendirdi. Bu desteğinin sebeplerini muhtelif vesilelerle izah etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’ân hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak, İslâmın çok önemli olan ancak günümüz siyasî cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir:
1- “Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz” (En’am Sûresi, 164. ayet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlâl edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslâm kardeşliği esas alınıp Kur’ân’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- “Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (asm) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkârlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hakimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer.
3- “Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır.4
Bediüzzaman’ın Menderes’e desteğinden en çok rahatsız olanların başında CHP lideri İnönü gelir. Bu konuda gerek kendisi, gerekse partisinin yayın organı gibi hizmet gören bazı gazeteler çok sert eleştirilerde bulunmuşlardır. Üstad’ın Ankara ziyareti mecliste çok sert tartışmalara sebep olmuştur. İnönü’nün meclis kürsüsünde Menderes’e hitaben: “Siz şeriatı hortlatıyorsunuz, irticayı hortlatıyorsunuz. Bediüzzaman’ı gezdiriyorsunuz...” sözlerine karşılık Menderes’in:
“Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakkat çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?” cevabı üzerine İnönü:
“Efendim siz, Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz. Öyle zaman gelecek ki, sizi ben dahi kurtaramayacağım” şeklindeki meşhur tehdidini savurmuştur.5
Üstad’ın 23 Mart 1960’da vefatından iki ay sonra Demokrat Parti iktidarı da ihtilâlciler tarafından sona erdirildi ve Demokratlara on yıllık hizmetlerinin bedeli hapisler, sürgünler ve üç idamla ödetildi!
Dipnotlar:
1- Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 15. Cilt, s 7995-96.
2- Köprü Dergisi, Sayı: 66, s. 96.
3- Emirdağ Lâhikası, s. 396.
4- Emirdağ Lâhikası, s. 396.
5- A.g.e., s. 277.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

DANIŞIKLI DÖĞÜŞ

Mağdurlar CumhuriyetiYazdıre-Posta
M. Nureddin Kutan tarafından yazıldı.   
SALI, 08 NISAN 2008 02:08
ImageHaksızlığa uğramak, adaletten mahrum edilmek, zulmedilmek ve mağdur edilmek elbette istenilen şeyler değildir. Fakat size Mağdurlar Cumhuriyetinden birkaç örnek vereceğim ki, siz de; o mağduriyete can kurban, diyeceksiniz.

Parti içinde mağdur olacaksınız, bu mağduriyetle İstanbul´a belediye başkanı seçileceksiniz. Hanımın köyünde okuduğunuz bir şiir bahane edilecek, seremoni ile belediye başkanlığından arkanızda medya ordusu olduğu halde Pınarhisar cezaevine mağdur olarak gönderileceksiniz, bu mağduriyetle dönüp partiye genelbaşkan olacaksınız. Sonra da yiğit düştüğü Siirt´ten birinci düşmanı Deniz Baykal´ın yardımıyla kalkacak ve milletvekili seçilecek. Bu mağdur vekil bu defa da başbakan olacak… Ne güzel mağduriyet, değil mi?

Bu mağduriyet nimetinden istifade eden yalnızca başbakanınız değil. Cumhurbaşkanımız da mağdurlar cumhuriyetinin üyesi… Önce partisi millet karşıtı generallerden bir e-muhtıra alıyor… Arkasından da 367 milletvekili imzası olayı… Yani Gülümüz mağdur ediliyor. Meclise  girip mağdur, dindar ve müslüman bir Cumhurbaşkanının seçilmesine yardımcı olmayan Ağar da ters vuruşla baraja kaktırılıyor. Artık yollar dümüdüz. Ve nihayet maksad hasıl oluyor: Mağdur Cumhurbaşkanımız da köşke oturuyor. M. Kemal´den hatıra nostaljik içkili bilim sofralarını kuruyor. Mağduriyet Türkiye´de hem başbakan yaptırıyor sizi, hem de Reis-i Cumhur. Ne güzel değil mi? Mağdur dediysek, yalnızca iki kişi değil bu AKP´den… Tümü mağdur. Kemal Derviş´in kanunlarıyla ülkeyi çetelere, yankesicilere ve emekli general destekli şirketlere kaptıran müteveffa Ecevit´e tepki ile gelen bu mağdurlar; Çevik Bir´lerin, Aktolga, Erkaya ve Özbeklerin postmodern sistemle millete dayattıkları bir tek yasağı kaldırmadan, ülkenin sermayesini ekseriyeti dışardan olmak üzere dinazorlara dağıtıyorlar. Mağdur oldukları için kimseye ses çıkaramıyorlar. Filistini kana boğan İsrail ile korktuklarından anlaşmaları tarihin en üst düzeyine çıkarıyorlar. 17 Aralık anlaşmasından bu yana AB yolunda tek adım atamıyorlar. Zira, anlaşmalı oldukları Amerikalı şirketler müsade etmiyormuş.

Fakat onlar mağduriyetini bazen Deniz Baykal´a, bazen Çölaşana, bazen Yargıtay´a fatura ederek yola devam ediyorlar. Bir taraftan Türkiye´de meclis olduğunu ve demokrasi ile idare edildiğini söylerken, diğer taraftan 422 milletvekilinin tesettür için attıkları imzaları çöpe atıyorlar, boyun büküp gerdan çıkarıyolar: Mağduruz!… Gördünüz ki, Yargıtay yolumuzu kesiyor. Ulusalcılar bize karşı… Peki Siz kimsiniz: Hakikî Kemalist ve Yeni Liberal… Peki ne zaman Kemalistlerle ulusalcılar kapıştılar yahu!… Hani Dolmabahçe´de Büyükanıt Paşa ile yapılan gizli anlaşmalar… Askerlerle de sulh-u sukunet içinde olduğunuza göre… Sizi kim mağdur ediyor, arkadaş? Ulusalcılar, Kemalistler, Laikçiler v.s v.s… Pardon siz laikliği savunmuyor musunuz? Hem de öz laikçi biziz, diyen sizsiniz. Görüldüğü gibi kim tarafından mağdur edildikleri belli olmayan bir Mağdurlar Cumhuriyeti güya bizi idare ediyor. Adamcağızların elleri kalem tutmuyor.… Bir defa birisinin şerefini kurtarmak için kağıt kaleme sarıldığını, sine-i millete döndüğünü görmedik. Gerçi onlar da milletin şimdilik bir dolgu malzemesi olduğunu gizlice fısıldıyorlar. Öyle olmasaydı başbakan cebindeki 550 kişilik listeyi Dolmabahçe´de Paşa´ya uzatır mıydı?  Gerçi o listeyi yalnızca başbakan hazırlamadı. İngiltere´den, Amerika´dan, Ankara´dan ve İstanbul´dan… Başbakan yalnızca rolünü iyi oynuyor, tebrik etmek lazım. Talebeliğinde büyük bir ihtimalle tiyatro faaliyetlerinde çalışmış… Milletin devre dışı bırakıldığı 28 Şubat süreci bin sene devam edecek, demişlerdi… yedinci senesindeyiz. Medyaya verilen dehşetli rüşvetlerle Mağdurlar Cumhuriyeti işi şimdilik götürüyor… Başörtüsü, temel haklar, adaletli gelir dağılımı, kürt meselesi, Kıbrıs, AB, ülkenin manevi temelleri ve diğer bir çok mesele, oyların yüzde ellisine yakınını almış AKP´nin meselesi değil… Çünkü onlar şimdilik mağdur. Eskiden dindarlar tepki gösterirlerdi. Malesef onları da rüşvete alıştırdılar… Kanaat önderlerinin gagalarını yağlamak çok da pahalı değil… Dehşetli, iğrenç, utanç ve zillet verici bir filim izliyoruz Türkiye´de: Mağdurlar Cumhuriyeti… Mecburen izlemeye devam edeceğiz.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

MUTLU OLMANIN YOLLARI

Mutlu musunuz?Yazdıre-Posta
Abdil Yıldırım tarafından yazıldı.   
CUMARTESI, 06 TEMMUZ 2013 00:00
Mutluluk veya mutsuzluk, soyut kavramlar olduğu için, onları gözle görülür bir şekilde tarif edip, “Bak işte ben mutluyum” veya “İşte görüyorsunuz ne kadar mutsuzum” diyerek onu göstermek imkânı yoktur. Onun için “Mutluluğun resmini çizebilir misin?” sözü darb-ı mesel hâline gelmiştir. Mutluluk veya mutsuzluk, ancak hissedilen ve yaşanan bir haldir. Mutluluğu kısaca “Hayattan lezzet almak” diye tarif etmek mümkündür. Hayatın akışına, ruhun moral ve motivasyon değerine göre de bu lezzetin derecesi değişir.

Hayat akan bir su gibidir. Hayat ırmağı ne kadar saf ve temiz olarak akarsa, bu ırmaktan beslenen insan da o kadar mutlu olur. Ama bu su, her zaman berrak olarak akmaz. Kaynağından çıktığında temiz ve durudur, ama aktıkça dışarıdan karışan atıklar hayat ırmağını kirletebilir. Veya, yağmur sularının getirdiği molozlar da temiz suları bulandırabilir.
İnsanın mutluluğu da, hayatına karışan atıkların ve molozların miktarına göre değişir. Dikkat ederseniz, en mutlu insanlar çocuklardır. Çünkü onlar hayatın kaynağına daha yakındır. Suları henüz kirlenmemiştir. Gençlik çağına adım atınca onların da hayat ırmakları bulanmaya, gönül denizleri dalgalanmaya başlar. Bir çok genç, mutsuzdur. “Neden?” diye sorduğunuzda size bir çok gerekçe sayarlar. Halbuki bunların bir çoğu mutluluğa engel olacak ciddî sebepler değildir, ama onların bakış açısı, hayat algılaması öyle göstermektedir.
Peki, insanlar yaşlandıkça daha mı mutsuz olurlar? Hayır, öyle bir yaklaşım, hem insana, hem de hayatı veren Rabbimize karşı bir haksızlık olur. Evet sular aktıkça kirlenme riski artar, ama insanda bir de akıl, kalp, iz’an ve idrak gibi arıtma cihazları vardır. Kalpte iman filtresi, akılda idrak süzgeci, gönülde sevgi ilâcı istimal edilirse, hayat ırmağının her zaman temiz akması sağlanabilir. Yaş ilerledikçe bu cihazlar da gelişir ve olgunlaşır. İşte insan da o zaman mutlu olarak bu sularda huzur içinde seyreder.
Şimdi soruları biraz daha kendime yönelterek cevap arayacak olursam, her zaman mutlu olabildiğimi söyleyemem. Bazen hayatıma karışan nefis ve şeytanın hain kepçeleri, bazen günahlarımın kirli atıkları, bazen dış etkenlerin akıl ve mantık süzgecini devre dışı bırakması, bazen de gönül denizinin dalgalanması sonucu sular bulanıyor. Kendimi mutsuz hissetmeye başlıyorum. Ama arıtma cihazlarımı devreye sokunca, çok mutlu oluyorum.
Öyle ya, Cenâb-ı Hak beni mahlûkatın en şereflisi olan insan olarak yaratmış. Bu şerefe sahip olmak bile, mutlu olmak için tek başına yeterli bir sebeptir. Rabbim beni bir böcek, bir yılan, bir tutam ot veya bir taş parçası olarak da yaratabilirdi. Ama insan sıfatını bana lâyık görmüş, onun için şükreder ve mutlu olurum. Sonra, akıl gibi bir nimet vermiş. Onunla hayatın güzelliklerini fark etmemi sağlamış. İşte bir mutluluk sebebi daha. Midem için çeşitli tat ve lezzette gıdalar, ciğerlerim için tertemiz oksijen, gözüm için harika manzaralar, kulağım için güzel sesler yaratmış. Ve daha nice güzellikler vermiş. “Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz?” hitabı karşısında başım öne eğiliyor, şükran ve minnettarlığım artıyor.
İnsan, hayata ve kâinata bu gözle baktığı zaman, mutlu olmaması için bir sebep bulamaz. Ama günlük hayatta karşılaştığımız zorluklar, acı ve elemler bazen bu mutluluğuma gölge düşürebilir. Onları da “Bu da geçer yahu” diyerek savuşturmaya çalışmalıyız. İnsan sabır ve şükür zırhı ile her türlü sıkıntıların saldırılarından kurtulabilir.
Mutlu olmanın en güzel formülünü de Bediüzzaman Hazretleri, insanlığa takdim etmiştir: “Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve ferâizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (13. söz, 2. Makam)

24 Ağustos 2013 Cumartesi

EVLİLİK BELGESİ : NİKAH


1.BÖLÜM

TOPLUMUN ÇEKİRDEĞİ AİLE:

MUTLU EVLİLİK;
MUTLU YUVA DEMEKTİR.

AİLE YAPISININ SAĞLAM TEMELİ;  

UYGUN BİR EŞ İLE YAPILAN EVLİLİK ,

MEYVESİ İSE ÇOCUKLARDIR.

NİKAHTA KERAMET VARDIR.

İki cihanda sürecek bir birlikteliğe imza atanlar,artık dört gözle bakar,dört kulakla dinler ve iki akılla düşünürler.Ama en önemlisi,tek olmuş bir gönülle sever;beni,seni bırakır,biz olurlar.
Nikahta atılan imza,sevinçte ve üzüntüde beraber olmanın,hayat müddetince sevgiye sadık kalmanın imzasıdır.
Bir eşin en önemli meselesi,hayat arkadaşını nasıl daha mutlu edeceğini düşünmektir.Çünkü mutluluk sunuldukça çoğalır,bereketlenir,artar.
İşte bu düşünce sebebiyle,evlilik insanı fedakarlığa alıştırır,verici yapar.Verirken almaya alıştırır.Bu güzellik bir türkümüze mısra olmuştur.
Aşık, sevdiği kadına şöyle seslenir:
“-Sen yedikçe ben doydum.”
Bu nasıl olur?
Çünkü sevgi ikiyi bir eder.
Sevdiği yer ,seven doyar.
Sevdiği içer,seven susuzluğunu hissetmez.
Sevdiği hasta olur,seven acı çeker.
Sevdiği ölür,seven yarım kalır.
Evlilik,daima, en az iki kişilik düşünmektir.
NİKAHA GİDEN YOL:
EŞ SEÇİMİ
İnsanın ilk sevgi okulu,ailesidir.Sevginin ilk öğretmeni de annedir.
Atalarımız, “Anasına bak,kızını al;kenarına bak bezini al” demişler.
Evlilikte sevgi ibadettir.onun niyeti de doğru olmalıdır.Allah’ın emri,Peygamberinin adet ve uygulaması olduğu için yapılan evlilik,doğru niyeti bulmuştur.Bu niyette benlik ve bencillik yoktur.Kendi koyduğu kurallar değil,yüce yaratıcının emrettiği ölçüler vardır.
Gerçek bir sevgiyle iki gönül bir olunca,samanlık seyran olur.Nasıl ki sevgisizlikle, saray zindana dönüşür;sevgiyle de gecekondu saraylaşır.
Bu yüzden,bir çok insan,saray yavrusu evlerde mutlu olamayıp boşandılar.Bir çok çiftler de gecekondularda mutlu yaşıyorlar.
Bu da gösteriyor ki, parayla mutluluk olmaz.
EVLİLİK
FEDAKARLIKTIR
Güzeller güzeli Peygamber efendimiz şöyle buyurur:
“Kadın dört şey için nikah edilir:
1-Malı-zenginliği
2-Soyu-sopu,
3-Güzelliği,
4-Dindarlığı.
Sen ,bunlardan dindar olanı araştır,bul:mutlu
olursun.”Tabii ki dindarlıktan maksat öncelikle
güzel ahlaktır.
“Yüzü güzelden usanılır,huyu güzelden usanılmaz.”
Bekar biri evlenince hakları yarıya düşer,sorumluluğu ise ikiye katlanır.Evlenen insan,kendisini bekar sanmamalı,daima iki kişilik düşünmelidir.
NİKAHI KOLAY KILMAK
Nikaha giden yolda duraklar,evlenecek gençleri yormamalıdır.İşi kolay kılmak Peygamberimizin emridir.Buyuruyor ki:
“Kolaylaştırın,zorlaştırmayın.Müjdeleyin,nef           ret ettirmeyin.
“Yaptığınız işlerin en hayırlısı,kolay olanıdır.”
EVLİLİK İBADETTİR
Müslüman,evlilik olayına tamamen manevi açıdan ve ibadet olarak bakar.Bütün maddi durum ve şartlar,Müslüman’a göre daha geride duran ayrıntılardır.
EVLİLİK HAYATI SADECE CİNSELLİKTEN
İBARET DEĞİLDİR
El ele birlikte olurlar.Her işi birlikte yaparlar.
NASIL BİR DÜĞÜN?
Düğünler,sevinç ve eğlence zamanıdır.Ancak bu sevinç gösterilerine,içki,silah ve çevreyi rahatsız eden diğer taşkınlıkları katmamalıdır.
“İnsan,nasıl yaşarsa öyle ölür,nasıl ölürse öyle dirilir.”buyuruluyor.
İLK GECE
Damat ,ilk gecede kendini kaba,ilkel,nezaketsiz gösterecek davranışlardan dikkatle kaçınmalıdır.Çünkü bu gece başlayacak ilgi,sevgi ve kaynaşma;ömür boyu etkili olacaktır.

MUTLU EVLİLİK



2.BÖLÜM:
EVLİLİKTE MUTLULUĞA GİDEN YOL

Bir çok evlilik,aşırı geçimsizlik sebebiyle,dünyayı Cehenneme çeviriyor.Oysa ki evlilik iki cihanın mutluluğu için değil midir?
MUTLULUK İÇİN ŞU KURALLARA UYMALIYIZ
1-KUL KUSURSUZ OLMAZ
Eşinin kusurunu düzeltmek isteyen ,işe kendi kusurlarını düzeltmekle başlamalıdır.
2-BİRLİKTE KIZMAMALI!
Ben kızınca sen sabret,sen kızınca ben sabredeyim.
3-NASİBİMİZE RAZI OLMALIYIZ
Hayatın her sayfası gibi evlilikte bir imtihandır.
4-HAYIRLI MÜ’MİN GEÇİMSİZLİK ETMEZ
Yuva yapmak sevap,yuva yıkmak günahtır.
5-EŞ DUASI MAKBULDÜR
Geçim için birbirlerine güzel dua etmelidir.
6-EVLİLİK VEREREK ALMA SANATIDIR
Bencillik,ve benlik hep almayı düşünmek evlilik hayatını bitirir.
7-SEVGİ DAİMA BESLENMELİDİR
Sevgi çiçeğinin de bakmaya ve sulanmaya ihtiyacı vardır.
8-SEVEN AFFEDER
Eşler affedici olmalıdır.
9-MUTLULUKTAMOLARAK ANLAŞMAKTIR
Biz insanlar gövdelerden daha çok gönüllerin yakınlığı ile anlaşırız.
10-DİNLEMEK DİNLENDİRİR
Dinlenen eş kendisine önem verildiğini ve ciddiye alındığını anlar.
11-BİRLİKTE DEĞİL ,SIRAYLA KONUŞMALI(Tartışırken)
12-AYRINTILARI FARKETMELİ
Yerinde takdir ,teşekkür etmeli.
13-EŞİNİZİ ELİNİZDE DEĞİL GÖNLÜNÜZDE TUTUN
“Erkekler kuş gibidir,çok sıkarsanız boğulur.Bırakırsanız,uçar gider.”Eşiniz gönlünüzde ise asla kaybetmezsiniz.
14-KISKANÇLIĞIN ÇOĞU ZARARDIR
“Sevgi teleskoptan bakar,kıskançlık ise,mikroskoptan”.
Aşırı kıskançlık evlilik hayatının zehir’idir.Takıntı haline getirilen kıskançlık,serseri mayın gibidir.Nerede ne zaman ve niçin patlayacağı belli olmaz.Evlilik hayatının maddesini yıkamasa bile manasını tamamen ortadan kaldırır.
15-SEVGİ BAŞKASINA BAKTIRMAZ
Eşler sevgide samimi olmalıdır.
Gerçekten sevenin gözü başkasında olmaz.
16-İŞİMİZİ EVİMİZE TAŞIMAYALIM!
Gönlümüzü eve taşımalıyız.
17-MÜŞTERİ Mİ, EŞ Mİ?
Müşterisine çok sevecen davranıp eşine kaba davrananlar,paranın sevgi ve şefkatten daha değerli olduğunu sananlardır.
18-KAZAK YA DA TAŞ FIRIN ERKEĞİ Mİ?
Biz babaların çocuklarımıza vereceğimiz en değerli hediye,annelerini sevmemizdir,Annelerin de eşlerine sunacağı sevgi,çocuklarına sundukları en kıymetli hediyedir.
19-ÖZEL GÜNLERİ HATIRLAYALIM
(Evlilik yıl dönümü,doğum günü gibi)
20-EŞİNE CARİYE OLAN,ONU KÖLESİ EDER
21-AİLE SIRLARI ARANIZDA KALMALI
Eşinizi mahcup edecek bir zayıflığına şahit olmuşsanız,değil başkalarına anlatmak,bunu siz bile unutun.
22-EŞİNİZİ BAŞKALARIYLA KIYASLAMAYIN
Zira her insan farklı yaratılmıştır.
23-EŞİNİZİN YAKINLARINA YAKINLIK GÖSTERİN
Siz eşinizin yakınlarına gereken ilgiyi gösterirseniz eşinizde sizinkilere aynı duyguyla yaklaşacaktır.
24-ZEVKLER,RENKLER,DÜŞÜNCELER BAŞKA BAŞKA OLABİLİR
Eşler aralarındaki zevk farkını bir kavga sebebi değil,bir çeşitlilik ve zenginlik sebebi bilmelidir.
25-HANIMLAR EKONOMİK
ÖZGÜRLÜK SAHİBİDİR
Kendi birikmiş parası varken,evini geçindirmekte zorlanan beyine yardım etmeyen bir hanım,belki parasını korur,ama kocasının muhabbetini koruyamaz.
26-EVLİLİK DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ DEĞİLDİR
Evlilik insana hürriyetini yarı yarıya kaybettirir ama,mutluluğunu da ikiye katlar.
27-KENDİNİZİ EŞİNİZİN YERİNE KOYUN
Sofrada,yatakta,yolculukta,bekleten eşler,mutluluk düzeyini düşürmüş olur.
27-EŞİNİZE KARŞI HER ZAMAN DOĞRU OLUN!
Eşlerin birbirinden bir şeyler gizlediği yerde,bir güvensizlik var demektir.
28-ÖZÜR DİLEMESİNİ BİLİN!
Kusurlarımızdan dolayı özür dilemeden kaçmamalıyız.
29-TEŞEKKÜR ETMEYİ DE BİLMELİYİZ
İnsanlar neden birbirine teşekkür etmesin?
30-DOĞRUYU DOĞRU ŞEKİLDE ÇEKİNMEDEN SÖYLEMELİYİZ
Sevgi sadece sözümüzde değil,yüzümüzde de olmalı.Zaten içimizde varsa dışımıza da yansır.
31-ÖFKE DELİLİKTİR;
KAVGAYA SEBEP OLUR
Evdeki kavganın galibi olmaz.Hem erkek hem de hanım etkilenir,sarsılır.Ama asıl zararı çocuklar görür.
32-HEDİYE SEVGİDİR,SEVGİ EN BÜYÜK HEDİYEDİR.
Eşlerimize sevgimizi vereceğimiz küçük hediyelerle de göstermeliyiz.
Sevgi ayıp değil,günah değil sevgisizlik ayıp ve  onu gizlemek  günahtır.
33-EVLİLİK AĞACININ MEYVESİ ÇOCUKTUR
Çocuk ailenin temeline konulmuş çok etkili bir harçtır.Bu sebeple çocuklu ailelerde boşanma oranı daha azdır.
34-AİLE DÜRÜST BİR ÇEVREDE HUZUR BULUR
Samimi dostlar ve güvenli bir çevre,aile bağlarını güçlendirir.
35-ÇOK PARA,ÇOK MUTLULUK DEĞİLDİR
Mutlu bir yuva kurmak isteyen,başkalarına göre değil kendine göre yaşar.
KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR MUTLULĞA ENGELDİR
Kötü alışkanlıkların önüne sevgi ve şefkatle geçilebilir.
36-YARATANI TANIYAN VE ONA KUL OLAN AYNI ZAMANDA İYİ BİR EŞ DEMEKTİR(Çünkü Yaratanı seven yaratılanı da sever.)
İsraftan kaçının .Boşanmayı hayalinizden bile geçirmeyin.Mutlu bir hayat için sevgiyi esas tutun.

DEMİREL BU MEMLEKETE NE YAPTI ?


Mustafa CAN

Ülkemizde İslam inancına ve müslümanlara savaş açan zihniyetin tek parti ideolojisi olduğunu kimse inkâr edemez. CHP ve Kemalizm isimleri ile bütünleşen bu zihniyeti millet hür iradesi ve hür seçim ile iktidara asla getirmeyeceğini 1950’den bu güne kadar geçen sürede tecrübe ile görülmüştür. Meşru yollardan iktidar ümidini kaybeden bu zihniyet hile ile iktidarı elde etmek için her yolu denemiştir. Bunun başında “Böl, parçala ve yönet” taktiği gelmektedir.
Kimi niçin bölecektir? Kendisine rakip olarak gördüğü sağın en güçlü adresi olan “Demokrat” zihniyeti bölecektir. Gücü yetmediği takdirde de ihtilaller ile bunu yapacaktır. İhtilal için de zemin hazırlayacaktır. Kendisine rakip gördüğü kişi ve kuruluşları da hedef haline getirecektir.
Demirel düşmanlığı bunun neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Sahi, sağ kesimde bölünen tüm küçük gurup ve partilerin temel felsefesi olan “Demirel Düşmanlığı” nın sebebi nedir ki? Misal mi istersiniz? İşte AP’den ayrılan YTP, HP, DP, MHP, MSP, ANAP, MP, AKP, gibi tüm partilerin ana felsefesi “Demirel Düşmanlığı”, sermayeleri de “Demirel Düşmanlığı” dır.
Bunun faydası kime? Elbette sol partilere ve tek parti zihniyetinin temsilcilerinedir. Ülkeye bir fayda sağlıyor mu? Ne gezer… Bu ancak sağı temsil eden ve ülkeye hizmet eden gücün zaafa uğrayarak ülkeye hiç hizmeti geçmeyen, yıkmaktan yapmaya zaman bulamayan CHP zihniyetini iktidara taşımaya yaramaktadır.
Demirel bu ülkeye ne yaptı?
•    Barajlar yaptı, elektrik üretimi için,
•    Fabrikalar yaptı, üretim ve zenginlik kaynağı,
•    Yollar yaptı ulaşım ve ticaret için,
•    Üniversiteler kurdu, cehaleti kaldırmak için,
•    Köylüye çiftçiye, esnafa ve tüccara hizmet etti.
•    Dine ve din eğitimine önem verdi, okullarını açtı,
•    Ülkeyi dünyada ve İslam dünyasında saygın bir yere oturttu.
•    Partisini ve gençliği anarşi ve terörden uzak tuttu,
•    Kışlaya, camiye ve okula siyaseti sokmamaya çalıştı.
Bunlar düşmanlık sebebi olabilir mi? CHP zihniyetine göre olabilir… Çünkü nasıl demokratlık hürriyetçi zihniyeti temsil ediyorsa, CHP de istibdadı hak ve hürriyetlerin gasbının temsilcisidir. Bu zihniyete kim hizmet ediyorsa adı ne olursa olsun CHP zihniyetini temsil ediyor demektir.
Akıllı ve şuurlu insanlara düşen vazife siyaseti amacına uygun yapmaya çalışmaktır. Siyasetin amacı ülkeye hizmet programlarını geliştirmek, kısır çekişmelerin dışına çıkarak farklı insanların birlik ve beraberliğini sağlamak, ülkeye hizmet için birlik ve beraberliği temin etmektir. Bu hedefi yakalamak siyasilerin amacını teşkil etmelidir. İşte Demirel bunu başaran bir liderdir.
Bu başarı niçin takdir değil de tenkit görür anlamak mümkün değildir. Bediüzzaman hazretlerine “Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir” (Sünühat, Nur-set, s. 120) dedirten durum budur. “Çünkü yol ikidir. Mizanın iki kefesi gibi, birinin hiffeti, ötekisinin sıkletine geçer.” ( Age, s.120)
Ülkeye hizmet etmiş ve pek çok hayırlı hizmetlerin altına imza atmış insanları uluorta tenkit etmek tenkit eden insanı küçültür. Ne kendisine ne de ülkeye fayda sağlamaz.
Demirel gibi ülkeye hizmeti saymakla bitmeyen bir lidere düşmanlık bu ülkeye düşmanlık ve ülkenin manevi ve milli değerlerini yıkmaya çalışan zihniyete hizmettir. Vesselam.

DEPREM ÇADIRI

İnsanoğlu yeryüzüne geldikten beri daha doğrusu yaratıldığından buyana çeşitli olaylarla karşılaşmıştır.Bu olaylar çoğu zaman insanların zarar görmesine sebep olmuştur.Yani insanlık için birer felakete dönüşmüştür.Bu felaketler yağmur sel,yangın deprem ,savaş ve bulaşıcı hastalıklar  şeklinde zuhur etmiştir.
Bu  felaketlere karşı korunma tedbirleri almaya çalışan insanlar çoğu zamanda olaylar karşısında çaresiz kalmıştır.En büyük felaketlerden biri olan depremlere karşı sağlam binalar yapmak zorundadır.Deprem anında şaşkına dönen insanlar,felaket geçtikten sonra evini barkını terk edip yaralarını sarmaya çalışarak evi harap olmuşsa kurulan deprem çadırlarına geçici olarak yerleşip hayatını devam ettirmeye çalışır.
İnsanlar yardımlaşmanın verdiği şevkle yaraları,hep birlikte, devletinde desteği ile sarmaya çalışır.Yeni yapılan evlerine, geçici olarak kaldıkları deprem çadırlarını terk ederek  dönerler.
İnsanlık tarih boyunca böyle tabi felaketlerle karşılaştığı gibi,bazen de siyasi felaketlerle  sarsılır.Bu siyasi felaket, idarecilerin beceriksizliğinden meydana gelen otorite boşluğunun başka birileri tarafından doldurulması şeklinde görülebilir.Biz bu tür felaketlere de çoğu zaman rastlarız.Ülke idaresine ordu tarafından el konmalar .Rejim değişiklikleri   gece baskınları ile seçilenlerin alaşağı edilmesi gibi. Yada yeni yönetimin mevcut düzeni silbaştan yeniden yapılandırmayla insanları kendi keyfi idareleri ile şekilendirmeye çalışmaları.İnsanlık için tabi felaketlerden daha zararlı olan ihtilaller. Bu tür felaketler insanlarda deprem şoku oluştururlar.Düzeni kendi keyflerine göre şekillendiren ihtilalciler, mevcut iktidarları alaşağı etmekle kalmaz partileri kapatarak insanları kendi kurduttukları partileri tercih etmeye zorlaralar.Ülkemiz bu hususları defalarca yaşamıştır.Yeni kurulan partiler geçici olarak düşünülür fakat gücü elinde bulunduranlar milleti kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışırlar.
Milletin kurduğu partiler kapatılır.kendilerinin kurduttukları partilerin tercih edilmesine çalışırlar.Gaçici deprem çadırları günü geldiğinde ihtiyaç kalmadığında sökülüp atıldığı gibi,kurdurulan partilerde geçici olduğundan asıl olan yuvaları kurulduğunda yuvalarına dönen insanlar gibi herkes partisine döner.İhtilaller sonucu kurdurulan partilerin hiç biris yaşamaz.Tıpkı ülkemizde olduğu gibi siyaset mezarlığına atılır.Milletin kafa karşıklığından istifade eden felaket tellalları başka parti mi varki diyerek milleti aldatmaya çalışırlar. Habu ki deprem geçmiş insanlar evine dönecek fakat bir türlü evine döndürmek itemezler zavallı insanlar kafa karışıklığı ile evini şaşırır yada kasıtlı şaşırtırlar.
Bugün ülkede iktidar olanlar ihtilal sonucu elde ettikleri iktidar nimetnden istifade temeye devam etmek için her türlü hileye baş vurur.Bazen aldatır, bazen sizi aradığınız biziz der, bazende başka parti mi var ki, diyerek insanların geçici deprem çadırı hükmünde olan sığınma yerlerinde tutmaya çalışırlar.Uyanma geç olabilir ama bir gün insanlar bulundukları yerlerin kendi evleri olmadıklarını anlarlar.Deprem geçti herkes evine dendiği zaman çadırlarda hiç kimse kalmaz.
Uyan ey milletim seni aldatanlara fırsat verme yerel seçimler yaklaşıyor, sakın bir daha aldanma .Sana verilen oy fırsatını iyi değerlendir.Eyvah ben ne yaptım keşke  oyumu bunlara vermeseydim deme.
Rafet ÖZCAN

19 Ağustos 2013 Pazartesi

MİSYON SEMASINA SEYAHAT




Mikail Yaprak tarafından yazıldı.   
Çarşamba, 03 Temmuz 2013 21:16
Bugün sadece demokrat misyonun değil, bütün misyonların yerdeki yerleri belirgin bir şekilde belirsizleşmiştir. Bu meyanda hakikî demokratlığı da yerdeki yerlerine yerleştirmekte, şimdilik zorlanıyoruz.
Öyleyse geliniz, ayaklarımızı yerden kesip şöyle biraz havalanalım, eğlenceli bir “fikir jimnastiği” yapalım.
Dâvamızın dünyaya ve sosyal hayata bakan yönünü; satırlarda ve sayfalarda, bilhassa da risalelerde okudukça, fikir semasına göz dikelim. Dar ve “güncel” kalıplara dökmeden, partilere ve particiliğe indirgemeden, kendi fikriyatımıza bir göz atalım. Kimseyi incitmeden, kimseye dokunmadan, havada uçarcasına, suda yüzercesine yol alalım.
Siyaset bilimcilerimizin, sosyologlarımızın ve hâla böyle konuları ince eleklerden geçirerek, tarihî gerçekleriyle ve partiler bazında nazara vermekten üşenmeyen sabırlı yazarlarımızın da müsamaha kanatlarına sığınmayı ihmal etmeyelim.
***
Bizim fikriyatımızı ve misyonumuzu dünya âlem bilir. Hal böyle iken, zaman zaman çizgiye, misyona ve fikriyata vurgu yapma gereği hissedilir. Sık sık hafızamızın tazelenmesine ihtiyaç duyulur.
Değişim rüzgârlarının çok hızlı esmesi, siyasî çalkantıların alaborası, “ali cengiz” oyunlarının çokluğu ve darbeler, bunun sebepleri arasında gösterilebilir.
Aslında, bu ve benzeri sebeplerden dolayı bütün dünya sıkıntıya düşse, kararsızlığa ve karamsarlığa kapılsa, okurlarımızın bu alanda hiç bir derdinin olmaması gerekir.
Zira rehberimiz belli, meslek ve meşrebimiz bellidir. Hizmet  rehberinde, ihlâs ve uhuvvet risalelerinde ve lâhikalarda yol haritamız çizilmiştir.
Bu yol haritasına göre yol almak esastır. Hizmetteki meslek ve meşreb ne ise,  neşriyatımızdaki misyon da odur. Hem de “gizli-kapaklı” hiç bir meselemiz ve gayemiz yoktur.  Her yönüyle şeffaf ve net fikirlerle yolumuza devam ediyoruz. Bu yolda ve bu uğurda, Risale-i Nurların rehberliğinde imana, Kur’ana ve hayata hizmet esastır. Bu esaslarla ve bu zaviyeden elbette ki dünyaya, sosyal hayata ve siyasete de bakış olacaktır.
Hakikî demokratlık da bizim misyonumuzun esaslarındandır.
Şimdilik öyle bir güne kaldık ki, bakışımız havada seyrediyor. Yere inse bile, şimdilik yol alamıyor. Zira yeri yerel hesaplar, dünyevî gayeler kaplamıştır. Hem de ne acıdır ki, İslâm da bu zemine oturtulmuş, Müslüman da bu zeminde yol alır hale gelmiştir. Yani siyaset sahnesinde, yönetime ve devlete göz dikilmiş, bir takım menfaatler gözetilir hale getirilmiştir.
Biz ise, risalelerde böyle bir hedef göremiyoruz. Demokratlara ve demokrat fikre destek de, onlardan her hangi bir dünyevî menfaat beklenmeksizin,  “din, vatan ve millet” namına yapılmıştır ve öyle de devam edecektir.
***
Merhum Mehmed Âkif Ersoy, tam yüz yıl önce (26 Haziran 1913) nasıl bir ruh haline bürünmüş ki, şu mısraları dile getirmiştir:
“Kaç hakîki Müslüman gördümse, makberdedir./ Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir.”
Bir nazire olsun diye, sadece demokratlık ve demokratlar hususunda, (bu hususta ciddî yazılar yazan yazarlarımızın, bilhassa son makaleleriyle meselenin özüne, çekirdeğine inmeye çalışan Prof.Dr.Ahmet Battal hocamızın hoşgörüsüne sığınarak) diyorum ki:
“Kaç hakikî demokrat gördümse makberdedir./ Demokratlık bilmem ama, şimdilik seferdedir.”
Bu bakış biraz şairvâri olsa da hakikat şu ki: Bu meselenin çekirdeği de, meyvesi de, özü de Bediüzzaman’dadır, bizdedir, nurculardadır!
Yer ile sema gibi, taban ile tavan gibi; her ilmin ve her fikrin de bir zemini olduğu kadar, bir arşı ve bir seması vardır. Biz de başımızı kaldırıp fikriyatımızın semâsına bakalım; Risale-i Nur’da kaç yerde “demokratlık, demokratlar, dindar demokratlar, demokrat nur talebeleri” ve daha bir çok tabirler, başlıklar ve izahlar olduğunu dikkatle okuyup, sosyal bünyemizi nurlandıralım.
Bilirsiniz, ”ayağı yere basmak”  deyimi kadar, “ayağı yerden kesmek” deyimi de; yerine, zamanına ve pozisyonuna göre, müsbet ve güzel mânaların kalıbı ve zarfı olabilir. Hele ki, bu deyimlerin muhtevaları ve  mazrufları daima elimizde, gönlümüzde ve kafamızda olursa!.
Zira risaleleri elimizden çekip alacak, muhtevayı ve mânayı kafamızdan ve gönlümüzden söküp atacak, ve bizi kendine ram edebilecek hiç bir dünyevî ve siyasî güç tanımıyoruz!.
“Ayağını yere basmak” deyiminin muhtevasını oluşturacak nitelikte, sağlıklı ve sağlam adımlarla içtimaî  ve siyasî alanda yürüdüğümüz zamanlarımız gibi; darbeler ve anormal müdahalelerle siyasetin içi boşaltıldığı ve yeni parantezler açıldığı dönemlerde (parantez kapanıncaya kadar) ayaklarımız yerden kesilebilir. Şimdilerde olduğu gibi..
Öyle bir yoldayız ki, öyle sağlam ve sarsılmaz idealimiz var ki, bizim için her hal ü kârda hava hoş.  İçtimaî ve siyasî yolda ayaklarımız yere basıyorsa, ne ala! Verilen ölçüler içinde yola devam ederiz! Yok eğer, sebepler ve hâdiseler, ayaklarımızı yerden (siyaset zemininden) kesmişse, yine ne âla!. Okumaya, yazmaya ve anlatmaya  devam ederiz!
Hem de tevhid, nübüvvet, haşir hakikatleriyle beraber içtimaî ve siyasî hakikatleri de ihmal etmeden!  Hele bir de, “bu vatanda dört parti var” meselesi bile “kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat” olursa!..
Öyleyse haydi, ayaklarımız yeniden yere basıncaya kadar, fikriyatımızın semasına seyahate devam edelim. Okuyalım, yazalım, anlatalım..
Siyaset sahnesinin (kendi partilerini garip bırakıp, başka yerlere dağılan) demokratlarına da; toparlanma, hazırlanma, şuurlanma ve yuvaya dönüş dileyelim. Vesselam!

14 Ağustos 2013 Çarşamba

28 ŞUBAT VE DEMİREL


Mustafa CAN 
Önce “28 Şubat 1997’de ne oldu?” sorusu ile başlamak gerekir.  28 Şubat’ta Milli Güvenlik Konseyi (MGK) Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplanmış ve 9 saat süren müzakereler yapılmış ve ülke meseleleri görüşülerek konuşulmuştur. MGK üyeleri içinde kuvvet komutanları, Başbakan Necmettin Erbakan’ın bulunduğu toplantıda “Laiklik prensibi ihlal edilmiştir” denilerek bir dizi tedbirler alınmıştır. Tedbirleri alanlar MGK üyeleri ve Başbakan ile beraber tüm üyeler “İrtica ve rejim aleyhtarı faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” adı altında bir dizi kararlara imza atmışlardır.
Bu kararlara Başbakan olarak Necmettin Erbakan ve tüm hükümet üyeleri imza atmış ve uygulanması kararı almış ve itiraz etmemişlerdir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel MGK başkanı olarak kurulun çalışmasını sağlamıştır ve kararları dikte eden bir konumda olmamıştır.
Kararlar Şunlardır: (Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına EK-A)
1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4′üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması icin mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.


3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihraklarin etkisinden korunması bakımından:
a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.
b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.
6-Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.
8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.
9- TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10-Bu maddenin tam metnini Turkiye’nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.
11-Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
12-T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.
13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.
14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17-Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı”
 bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.
18-Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.(http://tr.wikisource.org/wiki/28 Şubat_Kararları)
Bu kararların altında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Kuvvet Komutanları Hikmet Köksal, Güven Erkaya, Ahmet Çörekçi ile Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın imzaları bulunmaktadır. Karara imza atan tüm üyeler ne kadar sorumlu ise Süleyman Demirel de o kadar sorumludur. Necmettin Erbakanı aklayıp Demirel’i suçlamak hakperestlik sayılmaz.

Başbakan Necmettin Erbakan 14 Mart 1997’de “gereği yapılmak” üzere ilgi kararları bakanlıklara gönderdi. Bununla ilgili genelgeler de İçişleri Bakanı Meral Akşener ve Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından yayımlandı.