Eleştiri-Yorum Araştırma Merkezi
Ahir zamanda din ve İslamiyet aleyehine iki müthiş cereyan hükmeder. Birisi “İnkar-ı Uluhiyet davası ile çıkan Deccalizm… İkincisi ise “Şeriat-ı Muhammediye’yi tahrip edecek olan Süfyanizm cereyanıdır.
Bediüzzaman hazretleri “Onun mahiyetinin ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine katî hüccetler gösteren ve ispat eden Risale-i Nur geçmesi, kemâl-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki, bizler gibi binler adam hapse girse, hatta idâm olsalar, din-i İslam cihetiyle yine ucuzdur” (Şualar, 2005, s.534) buyurarak bu cereyanın mahiyetinin anlaşılmasının önemini ifade eder.
Bu cereyanların temsilcileri vardır ve onların arkasından giden milyonlar gafil biçâre insanlar ve Müslümanlar bulunmaktadır. Bediüzzaman vazifesi itibarıyle “Şeriat-ı Muhammediye’nin hakkaniyetini ispat etmek ve ihya etmekle mükellef olduğu için muhatabı ve mücadele alanı Şeriat-i Muhammediye’nin kaldırılarak yerine “Batı Hukuk sisteminin” getirilmeye çalışıldığı ülke olan Türkiye ve bunu devrimleri ile yapan Mustafa Kemal’dir.
Bu sebeple Bediüzzaman “Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.
Evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 486) buyurmaktadır.
Bediüzzaman “Ben manevi bir âlemde İslam Deccalini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshir edici bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avam-ı nas hakikat-i hali bilmediklerinden, harikulada iktidar ve cesaret zannederler” (Şualar, 2005, s. 929) buyurarak İslam Deccalını gördüğünü açıkça ifade etmektedir.
1338’de Bediüzzaman Ankara’ya geldiği zaman M. Kemal ile görüşür ve bazı özel konuşmaları olur. M. Kemal Bediüzzaman’ı kendisine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek için Mebusluk, Şark vaizliği, Diyanet azalığı ve Köşk gibi teklifleri yapar. Ancak Bediüzzaman rivayetlerde gelen eşhas-ı ahirzamana ait haberlerin mühüm bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiği ahir zamanın dehşetli şahıslarının âlem-i islam ve insaniyette zuhur ettiğini görür. “O zamana yetiştiğiniz zaman siyaset canibiyle onlara mukabele edilmez; ancak manevi kılıç hükmünde i’câz-ı Kur’ânın nurlarıyla muakbele edilir” tavsiyesine uyarak Van’a gider. Risale-i Nurların telifine başlar. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 232-233)
Bediüzzaman Ahirzamandan haber veren “Sırr-ı İnnâ A’teynâ” da “İstibdad-ı askeriye-i keyfiye-i küfriyyenin başına geçen mason komitesinin üç reisinin (MK-Mİ-MF) derece-i hataları ve şeriat hakkında işledikleri cinayetteki hisselerini kendi isimlerindeki aded-i zahir gösteriyor” dedikten sonra cinayetlerini sıralar ve:
Üçüncüsü: Zahiren İslamiyyete taraftar ve bir derece iman sahibi olarak kendini gösteriyor. Fakat ehl-i iman onun surî diyanetine aldanıp dizginleri öteki gaddarların ellerine verdiğinden o dahi umumi cinayette kendi ismi miktarınca 103 hisse alır” demektedir.
Hz. Ali (ra) Ercuzesinde “Üçü de zındık ve ehl-i cehennemdir. Onlara yardım edenlerin vay haline!” demektedir.
Bediüzzaman kendisine yöneltilen “Nasıl bu Cumhuriyet-i İslamiye’nin bir takım reislerine küçük deccal namını veriyorsun. Hâlbuki diyanet riyasetindeki mühim ulemâlar misali çok ulemalar onlara tabidirler ve Ona duacıdırlar” şeklindeki tenkidvâri suâle şöyle cevap verir:
“1350 sene evvel Hz. Peygamberin bir şakirdi ve esrar-ı Kur’âniye’nin dersini bizzat peygamber Aleyhisselam’dan alan Hz. Ali Kerremellahü veche, meşhur ve matbu’ kasidesinde demiş: ‘Huruf-u Arabiyye, Acemî, yanî Frengî (Latin) hurufuna tebdil edildiği zaman deccali bekleyiniz!
İşte o işi yapanlar (Frengî ve Lâdinî çalışması) ise küçük deccallardir ki büyük Deccalın karakoludur. Hem de o zamanın en fenası, ulemanın fenasıdır. (Ulema-i Sû) Yani dalaletin en fenası, Ulemâ-i Sû namı altındaki bir kısım bedbaht ulema ki, dini dünyaya satmış adamlardan geliyor.
Ben de bu noktaya binaen derim ki: Hangi ulemâ vardır ki, Ezan-ı Muhammediyeyi beğenmeyip, yerine bir şarkıyı kabul etsin!.. Öyleleri âlim değil, belki (Meselühüm kemeseli’l-himari yahmilü esfâra / kitap yüklü merkepler gibidirler) ayetinin muhatabıdırlar…” (Cuma, 62:5)
Bediüzzaman hizmet diye veya onunla barış içinde olmalıyız veyahut herkes onu bir şekilde kullanıyor; biraz da biz kullanalım diye sisteme, rejime ve Süfyanizme yanaşanlara şöyle seslenir: “Ey uykuda iken kendilerini uyanık zannedenler! Umur-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ı muvaslayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.” (Mesnevi, 2006, s.202) buyurarak ikaz eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder