26 Ekim 2013 Cumartesi

SÜFYAN'IN ÜÇ KUVVETİ


Süfyan’ın üç nevi kuvveti vardır. Birincisi Dinsizler. Bunu Süfyan’ın kendisi temsil etmektedir. İkincisi, ırkçılar bunu da Türkçü’ler temsil etmektedir. Üçüncüsü ise dindarlar teşkil etmektedir ki bunu da Siyasal İslamcılar temsil etmektedirler. Süfyanizm’in dindar kanadını tarikat heveslileri, şahsa bağlı cemaatler ve Büyük Doğucular teşkil etmektedirler. Bunun delili “Dindar Atatürk” söylemelerinin bu gruplar tarafından dile getirilmesidir.
Kemalizm’i savunan pek çok Kemalist grup ve oluşum mevcuttur. Bunlar Darbeci, Halkçı, Milliyetçi, Eyyamcı, Cuntacı, Lâdini ve Dindar Kemalistler gibi gruplara ayırmak mümkündür. 12 Eylül ve ANAP ile başlayan “Dindar Kemalizm” süreci dini grup ve cemaatlerin de desteği, devletin de onlara desteği ile AKP iktidarında başarıya ulaşmış gözükmektedir. Daha önce de AKP’nin siyaset ocağı olan “Milli Görüş ve ERBAKAN Çizgisi” “Atatürk hayatta olsaydı bizim partiye girerdi” diye “Dindar Atatürk” imajını öne çıkararak bu yolu açmıştı.
Dinsizler Atatürk’ün dinle mücadelesini ve dinsizliğini esas alarak Atatürkçülüğü buna göre anlayıp anlatırken, ırkçılar Atatürk’ün Türkçülük ve Milliyetçilik ilkesine sahip çıkarak “Ne mutlu Türküm diyene!” ifadeleri ile Kemalizm’in savunuculuğunu yapmaktadırlar. Siyasal İslam düşüncesinde olan Büyük Doğucu’lar ve tarikatçı dindarlar ile Fetullah Hoca Cemaati ve onu taklit edip takdir edenler ise Atatürk’e “Dindar Atatürk” kimliği ile sahip çıkarak bilerek veya bilmeyerek ilke ve inkılâplarının koruyuculuğunu yapmaktadırlar.
Mustafa Kemal her ne kadar Tarikatları yasaklayarak Tekke ve Zaviyeleri kapatmış ise de daha sonra Bektaşileri ve Mevlevilere başka isim ve unvanlar altında kendi ilkelerine sahip çıkmaları şartı ile hayat hakkı tanımıştır. Aynı şekilde Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine ve “İman Hizmetine” engel olmak için bazı tarikat liderlerini kullanmıştır. Bunların başında da Abdulhakim Arvasi ve Şeyh Şerafettin-i Dağıstanî gelmektedir. Şimdi de onların takipçisi olan Şeyh Nâzım KIBRISÎ aynı yolu takip etmektedir.
Bu bakımdan Bediüzzaman Said Nursi hazretleri İstanbul’a Risale-i Nur hizmetini 20 sene sokmayan ve aleyhinde konuşmaları ile hizmetine engel olmaya çalışan Abdulhakim Arvasi’den “İhtiyar Hoca” olarak bahseder ve “İstanbul’da malum itiraz hadisesi ima ediyor ki, ileride meşrebini beğenen bazı zatlar ve hodgam bazı sofi-meşrepler nefs-i emaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbalarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 257, 273, 277)
Bediüzzaman hazretleri “Risale-i Nur’a daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyle inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bida taraftarı veya enaniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risale-i Nur’a karşı – iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi – istimal etmek ve Risale-i Nura ve şakirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münafıklar çabalıyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 2006, s.31)
İstanbul’da ihtiyar hoca (Abdulhakim Arvasi) bilmeyerek, bir risalenin bir meselesine itiraz ediyor. Sonra eski fetva emini Ali Rıza Efendi hazretleri ona cevap veriyor. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.508)
Gizli dinsizlik, mason ve zındıka komitleri geri palanda kalarak ve ipleri ellerinde tutarak iktidarı dindar görünümlü şahısların ellerine vererek icraatlarına devam edebilirler ki bununla Süfyaniyetin dördüncü devresini yaşatırlar. Böylece manevi tahribatına devam ederler.
İktidar zahiren dindar görünümlü şahısların ellerinde görünmekle beraber, kuvvet ve inisiyatif zındık münafıkların elindedir. Hakiki dindarlar da zahire bakarak aldanırlar ve o iktidara destek vererek dolayısıyla Süfyaniyetin devamına fetva verirler. Suret-i zahiriyeye bakarak aldanır ve başkalarını da aldatırlar. Münafıklık zaten bu suretle mü’minleri aldatmak demektir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri işin bu cihetini şöyle nazara vererek ehl-i imanı ikaz eder: “Bu asrın acip bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i islam’ın fevkalade safderunluğu ve dehşetli canileri de âlicenabane affetmesi ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler manevi ve maddi hukuk-u ibadı mahveden adamdan görse ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan, safdil taraftar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine ve teşdidine kader-i ilâhiyeye fetva verirler; ‘biz buna müstehakız’ derler.”(Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 48)
Sonuç olarak 1980’sonrasında İslam cephesinde çok büyük dindarlık erozyonu yaşanmakta ve buna maalesef safdil dindarlar ve onları istismar eden siyasiler sebep olmaktadırlar… Müspet manada hiçbir gelişme yaşanmamakta, ne din eğitimi ve nede başörtüsü konusunda ve dini hayat bakımından dinin özüne uygun bir gelişme olmamaktadır. Son zamanlarda ise müstehcenlik artmakta, ahlak sukuta uğramakta ve seküler bir hayat dinin gereği gibi algılanmaktadır.
Anlayana sivrisinek saz; anlamayana ne söylesen az…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder