9 Ekim 2013 Çarşamba

EĞİTİMDE DEMOKRATİK SİSTEME DOĞRU

Kazım GÜLEÇYÜZ
                            Sıra diğer andlarda
Öğrenci andının, başlatıldıktan 80 sene sonra nihayet kaldırılmasının ardından, sıra cumhurbaşkanı, milletvekili ve memur yeminlerinin de ya iptali ya da ıslahında.
Cumhurbaşkanı ve milletvekillerine anayasa zoruyla okutulan yemin metinleri için Müflis Proje: Kemalizm kitabımızda şunları yazmıştık:
“Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Ali Sirmen, milletvekillerine ve cumhurbaşkanına dayatılarak okutturulan yemin metinlerini eleştirdi ve ‘Kaldırın bu yeminleri!’ çağrısında bulundu.
“Yemini vaktiyle Demirel’e de sormuştuk:
‘Meclisin açılışında milletvekillerinin okuduğu yemin metninde yer alan ‘Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma’ ibaresi, demokratik prensipler açısından nasıl değerlendirilebilir?’
“Ve ondan şu cevabı almıştık:
‘O yemin metninin hangi şartlar içinde meydana getirildiği, kimsenin meçhulü değildir. Bunlar hep müdahale sonrasındaki askerî idarelerin yaptığı şeylerdir. Onların ufuneti geçip de, zihinler rahat olup tartışma ortamı açılıncaya kadar bir emrivaki şeklinde bunlar gider.’
“Aradan bunca sene geçmesine rağmen Türkiye hâlâ bu garabeti ortadan kaldırabilmiş değil.
“Sadece milletvekili yemini mi?
“Hayır, anayasa, göreve yeni başlayan cumhurbaşkanının nasıl yemin etmesi gerektiğini de kelime kelime dikte ediyor ve onu da ‘ilke ve inkılâplara bağlılık’ sözü vermeye mecbur kılıyor.
“Yemin metninde geçen ‘Atatürk ilke ve inkılâplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalma’ ibaresi, 1961 anayasasında bile yoktu.
“Peki, bir kişiyi, eline bir yemin metni tutuşturarak, hem demokrasiye, hem de Atatürkçülüğe bağlılık yeminine zorlarsanız, o yeminden bir hayır gelir mi?
“Bu bakımdan, yemini okuyacak kişinin, demokrasiye bağlılık sözü verecekse ‘ilke ve inkılâplar’ kelimelerinin geçtiği yerde; buna karşılık, ilke ve inkılâplar için yemin edecekse, ‘demokrasi’ kelimesinde bir ayağını yerden kesmesi lâzım ki, sonradan kendisine yöneltilebilecek ‘Yeminini bozdu’ suçlamalarına cevap verebilsin!
“İnsanları ikiyüzlü olmaya zorlayan bir anayasaya sahip olmak ne kadar utanç verici...”
(s. 75-7)
Gelelim memurlara yaptırılan yemine:
657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 6. maddesiyle belirlenip, Aslî Devlet Memurluğuna Atananların Yemin Merasimi Yönetmeliğinin 2. maddesinde tekrarlanan yemin “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk inkılâp ve ilkelerine, Anayasada ifadesi bulunan (aldığımız kaynaklarda böyle geçiyor, ama ‘doğru’ şekli herhalde ‘anayasada ifadesini bulan’ olmalı) Türk milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma...” ifadeleriyle başlıyor. Memurlar bu metni merasimle okuduktan sonra imzalıyorlar ve imzalı yazı, personel dosyalarına konuluyor.
Görüldüğü gibi, devletin en tepe noktasındaki cumhurbaşkanından, milletin seçtiği vekillerine ve görevleri halka hizmet olan memurlara kadar, kamudaki herkes aynı dayatmanın muhatabı.
Cumhurbaşkanı ve milletvekillerine anayasa, memurlara yasa ve yönetmelikle dayatılan bu ideolojik ve çağdışı dayatma ne zaman bitecek?
Ve bütün bu dayatmaların asıl kaynağı olan 12 Eylül ürünü darbe anayasası daha ne zamana kadar yürürlükte kalmaya devam edecek?
11.10.2013


EĞİTİMDE DEMOKRATİK SİSTEME DOĞRU
İlkokullarda 1933 yılından beri askeri esas duruşta okutturululan andımız kuşkusuz o dönemin ulus devletçi sistemlerinin icat ettiği bir uygulamadır.
 Bilindiği gibi ulus devletlerde çocuk eğitimine paternalist bir zihniyetle yaklaşılır. Çocuklar, üzerinde yatırım yapılan birer nesnelere dönüştürülür. Çocuğa doğrudan çocuk olduğu için değil ileride resmi ideolojiyi özümseyen rejime sadık birer vatandaş olacakları için değer verilir. Okul ders kitapları da bu yaklaşımla hazırlanır. Eğitim kurumları sadece öğretim yapan bilim ve sanat üreten mekânlar olmak yerine kurumsallaşan milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği ve resmi ideolojinin sorgulanmadan, eleştirilmeden aşılandığı birer ideolojik aygıtlara dönüştürülür.
O dönemlerde özellikle İtalya ve Almanya’da çocuklara okutturulan yemin metinlerine baktığımızda Türkiye’de ezberlettirilen yemin metniyle bir paralellik arz ettiğini görüyoruz. Daha evvel yazdığım gibi, Almanya’da ideolojik eğitimin ve beden eğitiminin verildiği gençlik kamplarında çocuklara şöyle yemin ettiriliyordu: ‘Führer’e adanmış kanımın her damlasıyla, ben tüm enerjimi ve gücümü Adolf Hitler’e ve ülkeme adayacağıma yemin ediyorum. Sahip olduklarımdan hatta hayatımdan bile vazgeçeceğime söz veriyorum ve bunun için Tanrıdan yardım diliyorum.’
DÜŞÜNCELERİ KONTROL ETMEK
İtalya’da Duçe lakaplı Mussolini de çocukların gençlerin rejime bağlı bir şekilde eğitilmesine önem vermişti. İlköğretimden itibaren Faşist ideoloji çerçevesinde yetiştirilen çocuklara ve gençlere şöyle bir yemin ettiriyordu: ‘Tanrı’nın adıyla ben liderimin bütün emirlerini yerine getireceğime, gerekirse bu uğurda kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğime yemin ederim, yaşasın faşist devrim.’ Ne var ki günümüz Almanya’sında ve İtalya’sında artık faşist ideolojinin unsurlarını taşıyan bu yemin metinleri çoktan kaldırıldı. Bizde ise ne yazık ki çocuklara yıllardır, ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ cümlesi her gün rahat hazır-ol komutlarıyla tekrar ettirilmekteydi.
Bilindiği gibi çocuklar başlangıçta sınıf ve ırk bilincine sahip değillerdir. Kendi içinde oyun arkadaşlarının söz gelimi bir zenci, Alevi, Şii, Sünni, Kürt, Türk, Arap vs olup olmamasının bir anlamı yoktur. Çocukları diğerlerinden ayrı, özel ve önemli olduğunu hissettiren ulus devletçi, tekçi eğitim sistemleridir. Çünkü bu tür eğitim sistemlerinde çocuklarda önce kasten katı bir milliyetçi ideolojinin içselleştirilmesi istenir...
John Holt yaşama hakkının yanında en temel insan haklarından birisinin de aklımızı ve düşüncelerimizi kontrol etme hakkımız olduğunu ifade eder. Bunun anlamı şudur: çevremizde olup bitenleri, dünyayı nasıl keşfedeceğimizi, kendi tecrübelerimiz üzerinde düşünmek ve hayatı anlamlandırabilmek, insanlığımızı bulmak ve gerçekleştirebilmektir
EĞİTİMDE KÖKLÜ REFORM İHTİYACI
Andımızın kaldırılması kuşkusuz eğitim alanında çok önemli bir adım. Ne var ki eğitimde daha yapılması gereken köklü reformlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi bugün eğitimin ana sorunu durumundaki ve eğitimde kaliteyi her bakımdan gerileten Tevhid-i Tedrisat yasasıdır. 1924 yılında 430 sayılı kanunla yürürlüğe sokulan ve hâlâ mevcut Anayasa’nın 174. maddesiyle koruma altında tutulan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, aradan 90 yıl geçmesine rağmen geçerliliğini muhafaza eden bir kanundur ve eğitimde çeşitliliğin, zenginliğin önünde hâlâ ciddi bir engel olarak durmaktadır
Eğitimin daha renkli, çeşitli ve zengin olabilmesi için bu yasada gerekli reformlar yapılmalıdır. Keza Milli Eğitim Temel Kanunu ve Anayasanın 42.maddesi de bugün itibariyle eğitimin önünde ciddi birer engeldir.
Ufuk Coşkun
Yeni Şafak, 3.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder