5 Kasım 2013 Salı

AH AYASOFYAM !


FATİH SULTAN MEHMET'İN AYASOFYA VAKFİYESİ

“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse,
ALLAH’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.

Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.

ALLAH’ın azabı onlaradır.

ALLAH işitendir, bilendir.

FATIH SULTAN MEHMET HAN
1 Haziran 1453



O’nun vasiyet namesindeki şu bedduayi hatirlamak acaba bizi bir uyanış ve silkenişe kavuşturabilir mi?:

” Benim bu camimi, camilikten çıkaranlar, ALLAH’ın (c.c), meleklerin ve bütün müslümanların lanetine uğrasınlar!.. Onlar, hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar!.. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!..”

Aya Sofya Camisini kim kapadı !!!!!

MÜZAKERELER ATATÜRK İLE YAPILDI


Ayasofya'nın Kapatılmasını ABD İstemiş


Niçin ve nasıl kapandığı uzun yıllardır tartışılan Ayasofya Camii ile ilgili çarpıcı bilgiler... Ayasofya Camii, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler sonucunda kapatılmış.

Ayasofya Camii’nin, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler sonucunda kapatıldığı ortaya çıktı. Amerika Bizans Enstitüsü’nün kurucusu Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldüğü ve söz konusu müzakerelerin sonucunda Ayasofya’nın cami olarak kapatıldığı ve müze olarak açıldığı bildirildi.

Bu şok bilgiler, Pera Müzesi tarafından yayınlanan, “Bir Anıt, İki Anıtsal Kişilik Theodoros Methokites’den Thomas Whittemore’a Kariye” adlı kitabında yer aldı. Pera Müzesi, Suna ve ve İnan Kıraç Vakfı tarafından işletiliyor ve Koç Holding tarafından destekleniyor.
Natalia Teteriatnikov tarafından kaleme alınan “Thomas Whittemore, Amerika Bizans Enstitüsü ve Kariye” makale, “Bir Anıt, İki Anıtsal Kişilik Theodoros Methokites’den Thomas Whittemore’a Kariye” kitabında yer aldı.

Müzakereler Atatür ile yapıldı ve müzakerelerin sonucunda emir verdi......kapatıslın !!!

Natalia Teteriatnikov, söz konusu makalede Ayasofya’nın kapatılma sürecini şöyle anlattı:
“Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da bilimsel çevrelerden destek gören Bizans Enstitüsü 1930’da özel bir vakıf olarak kurulmuştu. Bu sıfatla, İstanbul’daki Bizans anıtlarının restorasyon ve korunması için gerekli mali sorumlulukları üstlendi. Enstitünün ilk ve tek müdürü olan Thomas Whittemore, 1950’deki ölümüne kadar İstanbul’daki anıtların konservasyonundan sorumluydu.

Ayasofya, Bizans Enstitüsü’nün kanatları altına aldığı ilk anıttı. Gelgelelim, çalışmalara başlamadan önce Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ile Thomas Whittemore arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldü. Bu müzakerelerin sonucunda Ayasofya cami olarak kapatıldı ve müze olarak açıldı. Büyük bölümü 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce yürütülen konservasyon projesinin kendisi, savaş sırasında ve sonrasında devam ederek yirmi yıldan uzun süre devam etti.

“KİLİSELERİN KURTULMASI, TANRI'NIN İSTEĞİYMİŞ!”

Amerika Bizans Enstitüsü’nün kurucusu Thomas Whittemore, Robert ve Mildred Bliss’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
Türk Hükümeti geçen yıl Studios Kilisesi (Yedikule semtinde, bugünkü adı İlyas Bey Camii olan manastır ve kilise), Pammakaristos (Fatih Çarşamba semtinde, bugünkü adı Fethiye Camii olan kilise, yapının bir bölümü cami, bir bölümü de müze olarak kullanılmaktadır) ve Khora’yı (Kariye Camii) ulusal anıt ilan etti. Rus Devrimi’nin en karanlık günlerinde, Moskova’da Grezinski Bojyameter ve Steve Nikola, Leningrad’da Aziz İshak ve Kazan katedrallerine din karşıtı propaganda sergileri için el konulduğunda, dostlarım, biz ceza köşesinde beklerken bu kiliselerin bu yolla kurtulmasına ve korunmasının Tanrı’nın isteği olduğunu söylerlerdi. Öyleyse, bu yapıların sonunda Türkler tarafından değerlendirildiğini görmek tatmin edici bir durum. Bizans Enstitüsü’nün, Türk Hükümeti’nin İstanbul’da kalan Bizans kiliselerinin korunmasından sorumlu olduğu yönündeki uyarısına verilmiş bir karşılıktır bu. Geçenlerde yeni kurulan Eski Eserler ve Anıtları Koruma Heyeti’nde bana tanınan yer, Türkiye’de bana her zamankinden daha sağlam bir nüfuz pozisyonu sağlıyor.

1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi ve mozayiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir.

Ayasofya Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün emri üzerine, Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk 6 şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir.

[Tesla/Hagia Sophia]
["Türkiye". Museums of the World 1: 690, 691, 692, 693, 694, 695. (2008). Ed. Nikolaus Himmler, Ruth Lochar, Hildegard Toma. 04 Mart 2010 tarihinde erişilmiştir.]
[ Ayasofya-Müzeler Rehberi, H. Veli Yenisoğancı, L. Suat Kongaz, Ali Kılıçkaya, Saadet Barutçu, Süleyman Eskalen, Müjgan Harmankaya, Nilay Yılmaz, Tahsin Aydoğmuş, Ozan Sağdıç, Ankara, ISBN 975-387-042-6]
[Hagia Sophia]

ABD, BUNUN İÇİN BÜTÇE AYIRMIŞ

Whittemore Ayasofya ile Kariye’nin konservasyonu sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir görevlisi olarak çalıştı ve halkla ilişkiler, tanıtım, sergi ve yayınlarla ilgilendi. Tek kişilik gösteri yapan biriydi:
Mali kaynak sağlayıcı, ayrıca personel, teçhizat ve levazım yöneticisiydi. Memleketi Amerika Birleşik Devleti’nde dostları ve destekçileri arasında para topluyor, yılın sıcak aylarını İstanbul’da, soğuk aylarını ülkesinde geçiriyordu. Uzun süredir arkadaşı ve mali destekçisi olan Bay ve Bayan Bliss, Dumbarton Oaaks’ın tesislerini Bizans Enstitüsü’nde genel merkez olarak sundular ve Whittemore’a mali kaynak bulma kampanyalarında yardım ettiler.

Sözgelimi, Bayan Bliss, Bayan Tobin Clark’a yazdığı bir mektupta, İstanbul’daki Bizans anıtlarının önemini ve Amerikan toplumunun neden Whittemore’un projelerini desteklemesi gerektiğini açıklıyordu. Karşılık olarak Bayan Clark zaten parasal katkıda bulunduğunu yazıyor ve Bayan Bliss’e mali kaynak bulması için başka topluluklara yazmasını tavsiye ediyordu. Bu mektuplar, Whittemore’un 1940’ta Ayasofya’nın konservasyonuna ayrılan bütçesinin 20 bin dolar olduğu, bunun 3 bin dolarını Bay ve Bayan Bliss’in verdiğini ortaya koyuyor. Bay ve Bayan Bliss’in, Dumbarton Oaks’u Harvard Üniversitesi’ne devrettikleri ve arkeoloji dalını aktif olarak destekledikleri dönemdi bu. 2. Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı karanlığa sürüklemeye başladığı bir sırada, toplumu mozaiklerin ve güvenliğinin önemi konusunda uyarmış, İstanbul’daki anıtların da tehlikede olduğunu gündeme getirmişlerdir.”

"Allah'ın mescidlerinde o'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır."

(BAKARA SÜRESİ / 114.Ayet)

3 Kasım 2013 Pazar

ÖNCE SAĞLIK


  • Tarih
Şizofreni ve depresyon hastalıklarında, tedavi süresini 3-4 haftadan birkaç saate indiren yeni bir ilacın, yıl içinde birkaç kez kullanılmasıyla 'olağanüstü bir tedavi' sağlanabileceği belirtiliyor
ABD ve Kanada'da yapılan bilimsel çalışmalar, genel anestezi ve hipertansiyon tedavisinde kullanılan iki farklı ilacın, şizofreni ve depresyon hastalarında "olumlu" sonuçlar verdiğini ortaya koydu.

Bilim insanları, bu hastalıklarda tedavinin etkinliğinin ortaya çıkabilmesi için gerekli 3-4 haftalık süreyi birkaç saate indiren yeni ilacın, yıl içinde birkaç kez kullanılmasıyla "olağanüstü bir tedavi yaklaşımı" sağlanabileceğini ancak yan etkileri ile güvenilirliği araştırıldığından piyasaya arzının zaman alacağını belirtiyor.

5. Uluslararası Psikofarmakoloji Kongre Başkanı ve GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Psikiyatri Servisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Çetin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini etkileyen depresyonun, intiharla sonuçlanma riski bulunan önemli bir sağlık sorunu olduğunu söyledi.

Anadolu Ajansı'nda yer alan haberde, Dünya Sağlık Örgütünün, 2020'de depresyonun, stres ve kalp-damar sistemiyle ilişkili komplikasyonlar nedeniyle ölüme yol açan hastalıklar arasında ikinci sırada olacağını öngördüğünü dile getiren Çetin, tüm dünyada depresyon tedavisi için kullanılan antidepresan ilaçlarının etkilerinin ortaya çıkması için 3-4 hafta gibi uzun süre beklenmesi gerektiğini ifade etti.

Hastaların çoğunun bu sürede, kullandıkları ilacın fayda sağlamadığı yanılgısıyla tedaviyi yarıda bıraktığını anlatan Çetin, bu nedenle tedavinin olumlu etkilerinin en kısa sürede kendini göstermesinin depresyon hastaları için çok önem taşıdığını vurguladı. Çetin, "Özellikle intihar eğiliminin yüksek olduğu bu hastalıkta bekleme süreci ciddi risk oluşturuyor" dedi.

‘Her 5 kişiden biri depresif'


Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Feyza Arıcıoğlu da her 5 kişiden birinin depresif olduğunu belirtti.

Bunun toplumda en sık görülen psikiyatrik hastalıklardan birisi olduğuna işaret eden Arıcıoğlu, hastalığın tedavisinde en sık ilaç kullanmak istememe ya da tedaviyi bırakma sorunuyla karşılaştıklarını bildirdi. Arıcıoğlu, psikiyatrik hastalıklar arasında şizofrenide de aynı sıkıntının söz konusu olduğunu kaydetti.

Arıcıoğlu, dünyada 1970'lerden bu yana beyindeki aynı nörokimyasalları düzenlemeye yönelik ilaç tedavilerinin kullanıldığını anlatarak, "Bunların beynimizde iki temel kimyasal maddenin azalmasıyla oluştuğu kabul ediliyordu. Bu maddeleri artırmaya yönelik tedavi stratejileri uygulanıyordu" dedi.

Buna rağmen hastaların yaklaşık yüzde 50'sinde tedaviden yanıt alınamadığına dikkati çeken Arıcıoğlu, bu durumun hastanın tedaviden beklentisini azalttığını, sosyal yaşamdan kopmasına, yaşam kalitesinin düşmesine neden olduğunu bildirdi. Arıcıoğlu, bu nedenle depresyon ve şizofreni hastaları için tedavinin etkisini gösterecek bekleme süresini kısaltacak ve hastaların yaşam kalitesini artıracak yeni ilaçlar ile tedavi protokollerinin araştırıldığını söyledi.

‘Birkaç saatte antidepresan etki'


Arıcıoğlu, son 10 yılda beyindeki mekanizmaları anlamaya yönelik önemli araştırmalar yapıldığını ve önemli bulgular elde edildiğini belirtti.

Özellikle son 2 yılda bu alanda önemli adımlar atıldığını vurgulayan Arıcıoğlu, "Amerika'nın saygın üniversiteleri ve Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü ile Kanada'da özel izinle yürütülen bu çalışmalar, aslında piyasada var olan, farklı bir tedavi için kullanılan iki ilacın, şizofreni ve depresyon tedavisinde kullanılabileceğini gösteriyor" diye konuştu.

Arıcıoğlu, bunun son yıllarda psikiyatri tarihinde en dinamik ve heyecan verici gelişmeler arasında yer aldığına işaret ederek, "İlaç, burun spreyi gibi kolay kullanılabilir şekilde piyasa sunulmaya hazırlanıyor. Söz konusu ilaçla, diğer ilaçlarla tedaviye cevap vermeyen vakalarda birkaç saat gibi kısa sürede antidepresan etki elde edilmiştir" bilgisini verdi.

Çalışmaların sürdüğünü ifade eden Arıcıoğlu, şunları kaydetti:

"İlaçlar zaten şu anda piyasada bulunuyor ancak kan basıncını düşürmek (hipertansiyon) ve anestezi alanlarında kullanılıyor. Bunlar ne doz ne de etki açısından şizofreni ve depresyonla ilişkisi yok zannettiğimiz moleküller. Faydalı etkileri olduğu görüldü ancak ilacın piyasaya çıkması ve ruhsatlanması süreç alacak. Yan etkilerinin hastaya zarar vermeyecek ve kabul edilebilir düzeyde bulunduğundan emin olunması gerekiyor. İlaç piyasada bulunduğundan, güvenliğinden emin olunduğunda süreç çok daha kısalır.

Her şey yolunda giderse ve söz konusu ilaçların depresyon tedavisinde kullanılabilmesi için yasal düzenlemeler yapılabilirse hem mevcut tedaviye dirençli vakalarda iyileşme sağlanabilecek hem de ilaçların etkisi saatler içinde görülecektir. Bu yeni ilaç, şizofreni ve depresyon hastaları için müjdeli haber olacak gibi duruyor. Çalışmalar sonucunda, bu hastalarda ilacın etkisinin uzun olması sağlanabilirse yılda birkaç kez kullanılmasıyla olağanüstü bir tedavi yaklaşımı sağlanabilir. Ancak bunların hepsi şu an inceleniyor. Yeni ilaçla, kullanım sıklığı azalabilir ancak şu anki bilgilerimize göre hastaların ömür boyu ilacı kullanması gerekiyor."

1 Kasım 2013 Cuma

SİYASİ İSTİSMAR SONA ERDİ

Siyasetin başörtüsü dönemeci
02.11.2013
Dün Türkiye’de siyasetin geleceği bakımından önemli bir gündü.
İki senaryo söz konusuydu.

Bir senaryoda, AK Partili kadın milletvekillerinin Meclis Genel Kurulu’na başları örtülü gelme kararına karşı CHP’nin (tıpkı 1999’da Bülent Ecevit’in Merve Kavakçı’ya karşı önderlik ettiği türden) bir direniş sergileme ihtimali vardı. Gerçi CHP bir akşam önceki grup toplantısında bu yönde parti kararı alınmasını isteyen bir kanadın talebini geri çevirmişti. Ancak CHP içinden münferit direniş de, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir gün önceki ’Kılına dokundurmayız’ çıkışından sonra beklenmedik, belki fiziki şiddet içeren tepkilere yol açabilirdi.
İkinci senaryo oldu. Evet, CHP’li Dilek Akagün Yılmaz Atatürk tişörtlü protestosunu oturduğu yerden sergiledi, evet Muharrem İnce hitabet yeteneğini konuşturarak AK Parti’nin ne ikiyüzlülüğünü bıraktı, ne yalnız kendi menfaatine gelince özgürlük yanlısı olduğunu. Ama bütün gerilimin kırılma anı sanırım İnce’nin ‘Başörtülüler de bizim bacımız, başörtüsüzler de’ dediğinde, sadece CHP değil, AK Parti sıralarından da alkış kopması oldu. Üstelik alkışı başlatan, Meclis’e başörtüsüyle giren vekillerden Sevde Beyazıt Kaçar idi. Bu alkış ardından her şey sanki başörtüsü serbestisini bir kavgaya dönüştürüp siyasi çıkar gözetenlere rağmen, siyasetin normal, normalleşmiş mecrasında seyretmeye başladı.
Zaten ondan sonra Meclis kürsüsü kadınlara kaldı ve çok da iyi oldu. BDP’li Pervin Buldan, MHP’li Ruhsar Demirel, AK Partili Belma Satır, yeni kurulan HDP adına Sabahat Tuncel esaslı konuşmalar yaptılar ama kimse alınmasın CHP’li Şafak Pavey’in konuşması yalnız güçlü içeriği bakımından değil, uzun yıllar hatırlanacak bir hitabet örneğiydi de. Bir hitabet ustası sayılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan özel övgü dahi aldı bu yüzden.
Dünkü oturumu Türkiye’de bir dönemin sonu olarak nitelemek mümkün… Dar pencereden bakıldığında, ‘Bin yıl sürecek’ denilen 28 Şubat sürecinin 31 Ekim Meclis oturumuyla sona erdiğini söylemek mümkün. Geniş açıdan Türkiye’de laikliğin, Pavey’in kullanmayı tercih ettiği şekilde ’sekülerliğin’ yeniden tanımlanacağı bir süreç önümüzde.
Tabii artık başörtülü kadınların siyasete girmesi önünde engel kalmadığına göre, partilerin kadına pozitif ayrımcılık yapacak şekilde asgari kadın kotaları belirlemesi önünde de engel kalmadı; bu bir samimiyet testi olacak.
Murat Yetkin
Radikal, 1 Kasım 2013